ÖLÜM NEDİR?
Ölüm; hayatta olmanın kaçınılmaz mükafatıdır. Sıklıkla akla gelip sıklıkla yok sayılır, unutulur. Bir gün hem de ne zaman olduğu belli olmayan bir gün, belki de birkaç gün, bir kaç saat sonra başına gelebilme ihtimali varken sanki hiç gelmeyecekmiş gibi Kpss’ye başvuru yapılır, 36 ay taksitli borca girilir, eşe dosta bozulunur, küsülür ve hayat öylece devam eder. Bir gün, insanların seni arkalarında bırakıp soğuk bir çukur içinde, oraya bir çanta gibi ucundan tutarak yerleştireceklerini ve bir daha yalnızca -ki o da senin o insanlarda biriktirdiğin sevgiye bağlı- arada ölüm yıldönümlerinde, “Mezarlığın önünden geçiyordum, uğramadan edemedim” deyiverdiği günlerde bir canlının varlığına muhtaç kalacağını bile bile yaşamaktır ölüm. Ölüm,tatsız bir şakadır, biz filmin en güzel yerinde yerimize kurulurken gelip bizi buluveren tatsız bir telgraf gibi. Bir gün burada olmayacak olmak, yalnızca edebi bir tabirdir, henüz etimiz sıkı, kanımız akar durumdayken. Şimdi, tam şu anda oturduğun yerde bir gün senin yokluğunun oturacağı hakikatidir ölüm. Ölüp gidenlerin cenazelerinde “çok şükür hayattayız” dediğimiz günlerin, aklımıza gelivermesidir. O en sevilen, annenin, babanın, sevgilinin, kardeşin, dostun bir gün yalnızca senin altında yattığın tümseğe çiçek bırakmaya mahkum olacağını bilmektir. Can çekişerek, farkında bile olmayarak ya da düşen bir uçağın, çarpılan bir otobüsün bir köşesinde acıyla kıvranarak verilecek canın “huzuru buldum” işte deyip havadan hafifi uçuşan ruhla ziyaret ettiği çocuk parklarına, düğünlere, plajlara bakarak imrenmesidir ölüm. Kimsenin istemediği, herkesin memnun ayrılıp geriye dönmeyi dahi düşünmediğidir. Her doğum gününde biraz daha yaklaşılan, delikanlı gibi karşına çıkamayıp önce eşe, dosta, akrabaya saldıran, seni soğuk tahta sandıklar içinde sanki bu dünyada hiç yaşamamış, sabahın köründe gidip, hiç fırından sıcak ekmek almamış, topluca gidilen pikniklerde hiç tanımadığı kızlarla bir kez bile öpüşmemiş, hiç pazara çıkmamış, hiç denize girmemiş, yıkılıp tükenmiş gibi soğumuş bedenler taşıtandır. Her gün, bir gün daha yaklaşılan her gün geçen günlere biraz daha hayıflatandır o. Öyle bıktırır ki kendinden, öyle nefret ettirir ki, bitse de gitsek dedirtip kendi kucağına alıverir. Bazen kendine doğrultulmuş bir namlının altında usulca yatan kendi parmakların, bazen gazetelere haber dahi olmayacak bir mahalle kavgasıdır. Bazen inlete inlete gelip yalvartır çabuk gelsin diye, bazen de filmin en güzel yerinde kor gibi yanan bir çift dudağı öpüverecekken gösterir o cenabet suratını. En geri dönülmeyen memlekettir. Anneleri, babaları alan, sanki anne-babayı aldıktan sonra bir daha kolay kolay o haneye uğramayacakmış gibi görünürken ansızın ortaya çıkıp bayağılını ortaya kusuverendir. İnsanı kendiyle korkutup aksiyle tedirgin edendir. “Şöyle bir ölmeyiversem de, 1000 yıl yaşayıversem” derken amcanı yanına alıp,götürüp, “tamam beni de al” dedirtendir. İnsanın içinde saklı olan, onu en çok korkutan, bir gün bu dünyada olmayacak olmak hakikatiyle hayatın içine sıçandır.
Seni çok özlüyorum Adil Amcam..
Güven KARA
Yorumlar
Yorum Gönder